Ne zamandır atmak istediğim başlığa bugün bir arkadaşım önayak oldu. Halihazırda birçok zaman, birçoklarından fazlasıyla bunu duymuş ben, başlığı usulca yerine koydum. Ben o, film izlerken bile duygulananlardanım; arkadaşımın bana izlettiği sahnenin verdiği hisse kayıtsız kalamadım ve gözlerim doldu. Derken o sihirli sözler çıktı ağzından.. Göz yaşımı görmenin onu rahatsız ettiği aşikar ama güç böyle bir şey miydi ki acaba?

Geçmişi anılarla yamalanmış bir hırka olarak sırtımıza giyeriz, bunu da “acılardan beslenmek”ten keyif alan doğamız gereği çoğu zaman itirazsız yapıveririz.

Özellikle çocukken yaşadığımız travmatik ve olumsuz duyguları günümüze kadar taşıyoruz. Bu kamyon dolusu yükten kurtulup da yoluna onlarsız devam edebilmek elbette “büyük”lerin işi.

Yalnız burda travma veya deneyimlenmiş olumsuzluklar diye bahsettiğim “yerel yara”ları tedavi edememek için “başarısızlık” veya “büyüyememek” kelimelerini kullanmak çok yerinde olmazdı. Ben kişisel gelişim uzmanı değilim, sadece bu dünya üzerindeki bireyler içerisinde en iyi tanıdığım kişiyim. İşte tam da burda bu yazı, en iyi bildiğim kişiden feyzalarak esinlendiğim ve tecrübeyle sabit bir duygu durumunun derlemesi olarak ortaya çıkıyor.

Şimdilerde o an orda olan bazı insanlarla konuştukça göz ardı ettiğim birkaç anı olduğunu farketmeme rağmen, o günü kendimce çok iyi hatırlıyorum. 9 yaşındaydım, babamı kaybettim.

O odasında yatarken, ben bir süre sonra kendimi odama kapatmıştım, şarkı söylemeye, kendimi oyalayacak bir şeyler yapmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Belki ödevlerime bile bakmışımdır. Ama her şey çok hızlı ilerliyordu. Zaman zaten yoktu. Aklıma her seferinde “ben şimdi ne yapacağım?”, “babası ölen çocukların hayatları yarın nasıl olur?” diye sorular gelirken, söylediğim şarkıyı daha sesli söylemeye çalışıyordum. Bu durumun psikolojik analizini yapabilecek herhangi bir eğitimim yok. Ama bu ve benzeri bir durumla ilgili herkes “hissetmemeye çalışmak” veya “kabul etmemek” kavramlarını uygun görebilir.

Yine aynı zamansızlık döngüsünde sırayla akrabalarım, komşularım, eş-dost odaya girmeye başladı.

Gözleri ağlamaktan şişmiş bir sürü insan yanıma gelip, henüz kendilerinden daha az ağladığımdan mıdır nedir bilinmez; alt metinleri nadiren değişen, başlıkları mütemadiyen aynı o temenniyi verdiler: “Sen güçlü bir kızsın! Eminim bunu atlatırsın.”

Bir gecede 100 kişiye sormuş, tek popüler cevap almıştık; güç bendeydi artık!

Peki neydi bu “güç” tam olarak?

Güç insanın karşılaştığı durumlar karşısında ağlamaması, yaralanmaması değildir. Güç; durumları olduğu gibi kabul edebilmek, acısı neyse hissetmek ve karşılığında yoluna devam edebilmektir. Acı çekmeyen bir insan olmaz da, acısının üstünü kapatmaya çalışan insanın, psikolojik ve beraberinde fiziksel sorunlarla karşılaşması kaçınılmazdır.

Bugüne kadar sahip olduğum her şeye tek başıma sahip oldum; kıyafetlerim, motosikletim, kitaplarım, diş fırçam.. Kas kütlem yağ kütlemden fazla, kavanozlarımı hep kendim açarım, hiç gitmediğim ülkelere bir seri seyahat gerçekleştirip tanımadığım insanlardan şeker almaya korkmam, zifiri karanlık bir yolda motorumla üzerime kilolarca yağmur düşerken, yolumu aydınlatan tek şey şimşek olduğu için “çaksa da önümü görebilsem” diye dua ederek yoluma devam edebilirim, neyi istemediğimi her zaman bilirim veya en cömert yanım sevmektir… Eğer güç buysa.. Ki başka türlüsü aklıma gelmiyor.

Birisine ağlamasın, üzülmesin diye “güçlüsün” demek, “şimdi senin birazdan gireceğin olası tüm depresyonların üstünü örtelim, ağlama, öfkelenme, sorgulama, yarın öbür gün en tepeden bir çöküp kendine gelirsin, bir de mide hastası olursun ama biz bugünü kurtarmış oluruz” demekten başkası değildir. Her yaşa. Her kimliğe.

Yaşadığımız her şey bugünkü “ben” kavramının altını doldurur. “Güçlü ol”, sıkıntısı olan bir insana verilebilecek en kötü tavsiyedir. Bozuntuya uğramak sizi hasta eden ve iyileşme sürecini aynı hızda başlatan belki de en nadide şeydir.

Bu anksiyete hastası birine pozitif düşün demek gibi bir şey. Kavramca bir tedavi gibi görülebilir ama içi boş.

Bırakın insanlar sahip olduğu yaraları kendi derinlikleri neyse oraya kadar yaşasınlar, yaşasınlar ki bir sonraki kabukları daha çabuk düşebilsin. Kimse “öylesi” bir güce sahip olmak durumunda değil. Törpülenmiş tırnaklar da yeniden uzayıp yeniden kırılabilir.

Bugün sevdiğim birinin canını sıkan bir şey başına geldiği zaman (bu yazı sadece ölümle ilgili değil), onları teselli biçimim en fazla şu oluyor; “büyüdükçe başımıza gelen kötü şeylerin sayısı iyilerini geçer.”

Kimsenin ağlamasını da öfkesini de yutağına sıkıştırmasına izin vermiyorum. Bu da benim tedavim.

Bu kabulleniş, zamansız gelen bir tanrı misafirine ustaca ev sahipliği yapma becerisinden gelir. Kolay değildir ama öteki türlüsü; karşınızdakine zaten henüz karşılaştığı bir durum varken, sanki bunu daha önce tecrübe etmiş de, yenilerine ihtiyacı varmış gibi işini yokuşa sürmekten başkası değildir.

Yaşları, hikayeleri ne olursa olsun insanlara; “yanındayım”, “seni seviyorum” gibi tek bilinçten türeyen teselliler sunarsanız, hayat her iki taraf için de daha keyifli olur.

Bırakın göz yaşları aksın ama yaralarından öpün onları. =) Bir de düzenli spor yapın, kasları, kemikleri güçlendirir.

Sevgiyle..