İlahi Yolculuğun Fantastik Kapısı: Meteora
Uzun zaman oldu yazmayalı. Ben de, uzun zamandır
yazmak istediğim ve aynı zamanda beni yükselten bir yerle başlamak istedim.
Öyle yüksek ki; ona “havadan asılı“ diyorlar. Burası Meteora.
Ve bu yazı; Ruhlar, Kökler ve Coğrafya serimden, henüz
diğerleri yazılmadığı için, aralarından bir yazı.
Artık motosikletimle değilim, ama plansız seyahatlerim baki.
Bugün hala yazarken o günkü hislerimle ve heyecanımla masamda oturuyorum.
Bu “Aşk“ ile ilgili bir yazı.
Keşif aşkıyla, yarın nerde uyanacağını bilmeden ordan oraya geçen
benim, Tanrı aşkıyla yükselenlerle yolumun kesiştiği yerde;
her seferinde bir kez daha ve kesinlikle bir öncekinden daha fazla,
kendisine aşık eden doğanın eserlerinin bulunduğu yerle ilgili.
Yunanistan’ın ortalarında, Kalambaka Kasabası‘ndayız.
Eve dönemeyenler..
18.10.2017
2017 yazını Çeşme’de ziyadesiyle keyifle bir yerde çalışarak geçirdim.
Mykonos’tan davet ettiğimiz DJ’lerden biriyle çok iyi arkadaş olmamız bir yana,
Selanik’li olması; beni çok uzun zamandır görmek istediğim köklerime doğru
gitmem için güzel bir bahanenin kucağına attı.
Yolculuğum; Çeşme – Seferihisar – Samos – Mykonos – Atina – Selanik – Halkidiki
ve Selanik terminalden eve dönüş olarak gerçekleşecekti ki; beni bırakırlarken
yine birilerinin ağzından şu sihirli sözcükler çıktı: “Meteora’yı gördün mü?“
Bilen bilir, lokaller en iyi haritalarımdır. Ve sırf o
sırada bulunduğum yerin civarlarında bir yerler önerdiler diye, ne kadar yol
geldiğime bakmam, giderim.
Nitekim o akşam, 1 saat sonra bir otobüse binip, Istanbul’da evimde uyuyacağımı
düşünen ben, sabah beni sarhoş edecek bir güzelliğe uyanacağımı henüz
bilmiyordum.
Sadece 2 fotoğraf sonra, dönüş seferimi iptal etmiş ve aynı terminalde 1 saat oyalandıktan sonra Kalambaka otobüsüne binmiştim. Gece karanlığında 3.5 saat süren yolculuğum sırasında izleyecek bir şey olmadığından, kendime kalacak bir yerler bakmıştım.
Eşyalarımı yerleştirdikten sonra verandaya çıktım,
adını şimdi hatırlamadığım leziz Yunan şarabımı açıp kendi zaferimi kutladım.
Çok soğuktu.
Ama insanı ürperten sadece soğuk değil, karşımda tüm ihtişamlarıyla duran dev
kaya bloklarıydı.
Karanlıktı.
Ama o kadar ordaydılar ki, hissetmek için görmeye gerek yoktu.
Önümü ilikledim.
Önce saygıdan, sonra soğuktan.
Meteora
19.10.2017
Gece Meteora’yla ilgili okuduğum tüm yazılar, Kastraki Köyü‘ne gidilebilecek en erken araca atlamam gerektiğini anlamama yetti. Keza bu şahsına münhasır yer sadece beni etkilemiş olamazdı ve ben bir seyyahken kuyruk- kalabalık insanı değildim.
Bu köy dağlık bir yer olduğundan sabah da gece de
soğuk. Sabah 6.00’da durağın arkasındaki kahveciden aldığınız kahvenin sizi
ısıtmasını beklemek biraz ütopik.
Ama “ütopya“ kelimesi bu koordinatlara çok yakışıyor.
Kısa süren yolculuk sonrası otobüs bizi bıraktığında, deniz seviyesinden 615m yukarıdaydık. Bizi ilk karşılayan Büyük Meteora Manastırı‘ydı. Yolculuk boyunca arasından geçtiğimiz dev kaya bloklarının tepesinde olmak, akrofobisi olmayan birine bahşedilebilecek benzersiz bir haz.
Kumtaşı ve konglomera karışımından oluşan bu kayalar yerden tüm hızıyla göğe yükseliyor. Hatta öyle yükseliyor ki; Meteora ismi Yunanca Meteoros; yani “havada asılı“dan geliyor.
Yaklaşık 60 milyon yıl önce bir dizi dünya hareketinin deniz tabanını yukarı doğru itmesinin dikey fay hattını oluşturması ve bu fayların su, rüzgar ve aşırı sıcaklıklar gibi iklim nedeniyle ayrışmasıyla bu kaya taşları oluşuyor.
Bu tür kaya oluşumu ve ayrışma süreci, yerel olarak ve
dünyanın birçok yerinde pratikte gerçekleşmiş olmasına rağmen, Meteora
benzersiz haliyle Kastraki’den yükseliyor.
Ne kadar mı benzersiz; fantastik dünyanın sınırlarını çizecek
kadar:
En yakın tarihte; Game of Thrones evreninin en büyüleyicisi ve
ulaşım şartları zor olduğu için fethedilmez varsayılanı Eyrie‘nin
manzarasını süslemiştir. Yalnız burası korunaklı bir alan olduğundan çekimlerin
burada yapılmasına izin verilmemiş, Meteora dizide dijital olarak
ustalaştırılmıştır.
Bunun dışında Call of Duty oyunundan 1981’deki James
Bond filmine, 93’teki Indiana Jones‘tan sayısız filme
kadar ilham olarak uzar da gider.
Hazır yerden bu kadar yüksekte, göğe de bir bu kadar yakınken; yedi kat göğü yaradana huşû ile ibadet etmekten tabiî ne olabilirdi ki…?
Ne yapıyorsunuz kuzum Allah aşkına?
… diye bundan 7yy önce 600 m yüksekliğe taş taşıyarak manastır inşa etmeye çalışan keşişlerle karşılaşsaydınız; soru, her anlamıyla yerinde olurdu.
Yükseklikleriyle en kararlı ziyaretçileri bile
kendilerinden uzak tutan bu dev kayalarda başlarda, kayanın dibinde inşa edilen
bir şapelde ibadet ve dua etmek için özel günlerde buluşulurken, 11.yy‘da
keşişler Meteora’daki mağaraları işgal eder. Ancak artan Türk saldırıları
sebebiyle, rahipler saklanmak için bir yer aradığından, manastırlar 14.
yy‘a kadar inşa edilemez.
Büyük Meteora Manastırı‘nı bugün gezdiğinizde bir odasında tablolar ve
keşişlere ait eşyalar yer alır. Tablolarda bu saldırılar, milliyetçileri
rahatsız edecek ve subjektif şekilde resmedilmiştir. Hatta bu saldırılara ait
tablolara diğer manastırların da duvarlarında rastlanabilir. Bu resimlerde Nazi
Almanya’sı da aynı öfkeyle nasibini almış durumda.
Bu havadan asılı kayalara, 1356 yılında Büyük Meteora Manastırı’nın yapımına başlandı. O zamanlarda metrelerce uzunlukta merdivenleri kayalara yaslayarak tepeye ulaşıyorlar, insanları ve malları sepetlerle ve ağlarla yukarı çekiyorlardı. Düşüncesi bile kalp ritmini değiştirmeye yetiyor.
Unesco Dünya Mirası Listesi’nde olan Meteora için Unesco şöyle demiştir:
Varlaam Manastırı’nın vadiye hakim olduğu 373 metre uçurumun yanında cesur hacıların dikey olarak kaldırıldığı ağ, yok olma tehdidi altında olan geleneksel bir yaşam biçiminin kırılganlığını sembolize ediyor.
Anlatırlar ki; bir keşiş manastır görevlisine yukarı nasıl çıkabileceğini sorar. Manastır görevlisi ona ipleri işaret eder. “Bu ip asansörlerin iplerini ne zamanda bir yeniliyorsunuz?“ diye soran keşişe, manastır görevlisi “koptuğu zaman“ cevabını verir. Yani “Tanrı kırılmalarına izin verdiğinde.“
Hoş, metrelerce yüksekliğe merdiven ve iplerle
tırmanmış bu insanların inançlarının kuvvetini anlamak için başka bir şey
dinlemeye de pek gerek olmuyor.
1920’lerde kayaya basamaklar kesildi ve alana yakındaki bir platodan bir köprü
aracılığıyla gelinebildi.
Şimdilerde teleferiğe benzer çelik halatlı asansörleri görmek mümkün, haftada 1 alışverişe giden rahip ve rahibeler ekmek pişirmek gibi günlük ihtiyaçlarını manastırda karşılıyorlar.
16. yy’ın zirvesinde 24 manastır inşa edilmiş olsa da bugün 4’ünde rahiplerin ve 2’sinde rahibelerin bulunduğu 6 manastır duruyor.
Varlaam Manastırı 2. büyük manastırken, diğer faaliyette olan manastırlar; Holy Trinity Manastırı, Agios Stefanos Manastırı, Roussanou Manastırı ve Agios Nikolas Anapfsas Manastırı‘dır.
Büyük Meteora Manastırı şu an turistler için ana müze olarak hizmet vermekte. Buradaki Sacristy odasında sadece küçük bir pencereden görülebilen ölmüş rahiplerin kemikleri ve kafatasları bulunuyor.
Manastırlara girmek için kadınların etek giymesi gerekiyor ve girmeden etek görevi görsün diye şallar veriliyor. Etek olmasa da muhafazakar giyinmek erkekler için de bir kural.
Girişte King of Glory başlıklı uzunca bir yazı karşılar. Şöyle başlar;
“İlk yaratılan insanlar tarafından ilahi düzenin
itaatsizliğinden sonra insan ve Tanrı arasındaki iletişim kesildi.
İnsanlar, Yaratıcıları ile Peygamberler ve eski vasiyetin doğruluğu
aracılığıyla tekrar iletişim kurmaya başladılar; bu, Tanrı ile yakın bir birlikteliğe
sahip olan Azizler, haberciler ve Tanrı emirlerinin “gelecekte ne
olacağını tahmin eden“ ve onaylamak için mucizeler yapan
kişilerdir. Meslekleri ve misyonları Tanrı’dan gelir.“
Büyük Meteroa Manastırını ve tüm Meteora’yı gezmek için belli bir rut planı yok. Kilometrelerce alana yayılmış bu bölgeyi yürüyerek gezdim. Adamlar metrelerce yukarıya böyle binalar inşa etmişken bunu deneyimlememek ayıp olurdu. Yalnız bu kadar yukarıda, etrafım açık ve Güneş tepemdeyken, az önce manastır içindeki muhafazakar halimden eser yoktu.
Artık dilim iyice dışarı çıkmış ve hafif buharlaşmaya başlamıştım ki, burayı ziyarete gelen iki Fransız beni alıp yolun belli bir kısmına kadar bıraktı.
Günün sonunda ben patates, görsel hafızam tarifsizdi.
Aşkı satırlara sığdırabilen zaten var mı ki..?
Gezip gördüğüm benim, biraz da senin olsun,
inandıkların yüreğinde kuvvetle yer bulsun.
Bu; Istanbul yerine 2 gece Kastraki Köyü’nde konaklamak da olabilir, aşk için göğe tırmanmak da.
Efsaneler bu uğurda dağların delindiğini anlatmaz mı yıllarca.
Aşkla,
Related Posts
Bir cevap yazın Cevabı iptal et
Kategoriler
- Beni kategorize etme (7)
- Büyüklere oyuncaklar (10)
- Doğa (9)
- Etkinlik (3)
- Haber (5)
- Kelebekler Vadisi (1)
- Motosiklet ve yolculuk (2)
- Seyahat (11)
- Sokak (1)
- Tarih (4)