27/05/2017

Datça Bilim, Sanat ve Spor Şenliği

Merkeze geldiğimde büyük bir curcunanın içine düştüm.

İnsanın ilk kez geldiği bir yerde davullarla zurnalarla karşılanması da değişik bir şeymiş.

Motorumu Cumhuriyet Meydanı’ndan 2 sokak öteye park etmeme rağmen cıvıl cıvıl çocuk seslerine müzik seslerinin karıştığını rahatlıkla duyuyorum.

Meydana geldiğimde büyük bir kalabalıkla karşılaştım. “Datça Bilim, Sanat ve Spor Şenliği’ne Hoş Geldiniz!” yazıyordu. Şenlik Atatürk Caddesi üzerinde Cumhuriyet Meydanı’nından başlıyor. İnce işçilik yani; mis gibi ilçenin mis gibi sokakları.

Tüm ilçe okulları bu şenlikte toplanmış, anaokuldan liseye herkes bilim, sanat ve sporla ilgili becerilerini sergiliyor. Kaymakam konuşmasında “okullarımızda sadece Matematik, Türkçe öğretilmiyor, iyi bir insan, iyi bir birey olmanın gerekliliği ve bunun yolları da öğretiliyor” diyordu. Bakın bu ne mühim bir meseledir.

Yarının büyüklerini doğruyla eğitmek, koskoca bir mirasa sahip çıkmanın en kıymetli gerekliliğidir. Ve sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.

Ege’de bir orman yolundan geçerken bile karşınıza çıkıverir Atatürk’ün fikirleri, silüeti. Ağaçların arasından laiklik sesleri yükselir. Biraz daha büyük şehirlerinde fotoğraflarını görmeye başlarsınız arabalarda, evlerde, yollarda, çiçekler açan dağlarında.. Ama daima en yukarıda.

Knidos yolu

Şenlikten sıyrılıp kendime bir otel ayarladım.

Otele gitmeden bir yerden bir tshirt, bir şeyler aldım. Notebook alıp döneceğim diye evden çıkan benden 2 gündür haber alınamıyordu neticede..

Hayattaki en güzel hediye dostluktur

Dönerken bir dükkan gözüme çarptı; sıra sıra deri çantalar, sandaletler. Mis gibi deri kokan dükkandan içeri giriyorum. Deri kokusunu bilir misiniz? Bir deri atölyesinin kokusu ağırdır, ama gerçek bir malzemenin ustalıkla birleştiği yaşayan yerler, kokusunu en sevdiğim yerlerdir. Mesela motorumu servise götürdüğüm zaman ordaki yağ ve gaz kokusunu da seviyorum. Mehmet Amca bu arada aklımdan geçen bunca şeyden habersiz, el emeği göz nuru olan işlerini gösterirken babasından kalan mesleğinin inceliklerini anlatıyor.

Ayrılırken “al bir tane sandalet de öyle git” dedi. Onlarca sandalete ne kadar mesai harcayacağımı daha kestiremeden, elinde sandalet bir anahtarlıkla geldi; “Benim hediyem olsun.”

Aldığım en özel hediyelerden biri. O dükkanda belki 15 dk durdum. “Nerden geldim, nereye gidiyorumlar”la çevrili sorularla anladığı tek şey yalnız başıma bilmediğim bir şehirde bir amcanın ellerinden çıkan işlere hayranlıkla baktığım. Ama gönlünden koptu işte.

Şehirlerde uzun sohbetlerinizi masalara yatırır, ertesi gün bir selamı zor alabilirsiniz, kasabalar güzeldir. Sıcacıktır. İç ısıtır.

Misal; Datça’dan çıkmadan bir tütüncü buldum. Aradığımı her yerde bulamıyorum burda buldum diye de sevindim, her şeyden 2 tane aldım.
Çıkarken, elimdeki boş su şişesini amcaya verdim çöpe atsın diye. Amca su doldurup şişeyi geri verdi.. Yollardayım, susarsam içeyim diye… “Al kızım senin yolun uzun yanında bulunsun.”

Yolculuğum öncesi İstanbul Doğubank’tan hatrı sayılır bir alışveriş yapmıştım, adam tutara karşılık gönlünden koptu (!) da minik bir indirim yapmıştı, sonra kredi kartı görünce, indirimli fiyatı üstüne bir de taksitlendirecek diye yüzü düştü, offladı puffladı. Parayı ödeyecek ben, mahçup mu olmalıyım acaba diye düşünen yine ben.

Aynı ülkede aynı dili konuşan 2 insan oysa diye düşünürken, aklımdan derici Mehmet Amca, Trilye’de sokaklarda fotoğraf çektiğimi görünce beni evine davet edip ağacındaki meyvelerden ikram eden teyze ve yolda kaldım diye evlerinde misafir etmek isteyen köylüler geçti.

Biri bir müşteriden 50 TL alır hayır dualarıyla yollar, öbürü 4 basamaklı sayıyı 5’e böldüm diye ağlar… Pardon siz nereliydiniz?

Eşref Saati

Mehmet Amca’dan çıktığımda nerdeyse sokağın rengi değişmişti. Denize yaklaştıkça pembeyle mavi nasıl flört edeceğini şaşırmış, saat. 7’ye geliyor. Eşref saatim. Dünya bir yana o bir yana saatim; gün batımı.

Upuzun bir sahil… Henüz sezon açılmadığı için ta 5 m öteden buyrun gelin yapan garsonlar… Etraf tenha, keyfe düşmüş bir kaç masa var. Denizin hemen dibinde bir masayı gözüme kestiriyorum.

Bir 35’lik bir kaç meze, benden zengini yok şu alemde..

Başka türlü bir şey benim istediğim
Ne ağaca benzer ne de buluta
Burası gibi değil gideceğim memleket
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava
Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim
Rengi başka tadı başka
Bir başka yolculuk dalından inmek yere
Ağacın yüksekliğince
Dalın yüksekliğince rüzgarda
Vardığım çimen yeşilliğince

Can Yücel- Değişik

28/05/17

Enfes bir uykudan gri bir sabaha uyandım. Sabaha karşı yağmur yağmış, yerler hala ıslak. Artık notebook falan aramıyorum bu saatten sonra karşıma bir şey çıkacağı yok.

Motorumu kurulayıp üstüne atladım. Sokaklarda toprak kokusu ve sakinlik.  Sabah kahvesi için bir pastaneye girdim.

Bugun Knidos’a gidebilirdim oysa, buralara gelmişken görmeden dönülmemeli ama hava sevimsiz. Biraz hava durumunu karıştırdım, havanın serinliği buralardan hemen ayrılacak gibi değil. Pastanedeki çocuğa; ‘Knidos yolları motorum için uygun mu?’ diye soruyorum. Bulduğum bazı bilgilerde yol çalışmalarından bahsediyor.

Bu havaynan yağmaz abla!

“Abla bende de vardı senin motorun aynından gidersin bunlan hiçbir şey olmaz!“ diyor. (ağızları düzeltmiyorum.)

“Peki hava, yağar mı dersin?“

“Bu havaynan yağmaz abla!“ Yerlilere güvenim elimdeki telefondan fazla. Nereye varacağımı bilmeden yola çıktığım seyahatlerimde onları kendime kılavuz yapıyorum. Bu yoldan git derler, ordan giderim, bu köyden geç derler ordan geçerim. Bu havaynan yağmaz diyorsa, bu havaynan yağmaz demek ki..

Bir tütüncü bir de benzin istasyonu bulursam çocuktan aldığım gazla 2 kere Knidos’a gider gelirim.

Düş yola

Benzin istasyonuna girdim. Lastiklerimin havasını kontrol ederken anlıma bir damla düştü. Sonra iki, üç.. Depoyu full’ledikten sonra marketin önüne çektim motoru. Sonrası bilindik diyaloglar:

“Yalnız mı seyahat ediyorsunuz, nerden geldiniz, nereye gidiyorsunuz, motor sizin mi, zor olmuyor mu…?“ En hoşuma giden soru bu; “motor sizin mi?“, “Hayır az önce birinin motorunu yürüttüm“ diye cevap vermek istiyorum ama soruyu soran cevabına da aldanır diye hep içimden bu cevap..

Elimdeki karton bardakta henüz demledikleri çay, aklımda “bu havaynan yağmaz abla“ diyen çocuk, istasyonca laklaktayız. Böyle ortamlarda hele bir de motoru olan başka biri daha varsa o muhabbet siz bitirmedikçe asla bitmez.

Hava dinince geç bulup çabuk kaybettiğim arkadaşlarımla vedalaşıyorum. Yine “Allah’a emanet“lerle motoruma atlıyorum. Hiç tanımadığı insanlardan iyi dilekler aldığı zaman insanın sırtı yere gelmez herhalde diye düşünürken, bir yandan da az önce dinen gökyüzünü kesiyorum, ne olur ne olmaz diye. Zira tecrübeyle sabit; tepeden tırnağa ıslanmak gerçekten hiç eğlenceli değil. Buralarda metrekareye düşen yağış da öyle “Marmara’yı sel aldı!”lara pek benzemez azizim.

Knidos’tan vazgeçtim, istikametim Köyceğiz..