25/05/17

Bir notebook’a ihtiyacım var. Anılarım birikti yazmazsam uçup gidecekler endişesindeyim. Köyceğiz’e en yakın seçeneğe doğru yola koyuluyorum. Saat 13.00 suları, 16.00 gibi dönmüş olacağım.

Olacaktım.. Eğer meraklı ve geveze olmasaydım.

Marmaris yollarında süzüle süzüle gidiyorum. Sıcak hava buralara erken geldiği için ceketimin önü açık. Yaza göz kırpan bir bahar havası var, efil efil sürüyorum.

Marmaris’e yaklaştıkça virajlar sıklaşıyor, yola konsantreyim ama gözümün önünde hep o çocukluk fotoğraflarım; çiçekler içinde veya denizdeyiz, yanık tenli eşler dostlar sofralarda toplaşmış, deniz kenarında uzun akşam yürüyüşleri yapılıyor..

Şehir görünmeye başladıkça gözlerimin önünden geçen fotoğraflar, yerini gerçekliğe bıraktı.

Eskiden şirin bir kasaba gibiydi Marmaris, şimdi neredeyse az nüfuslu bir şehirle değiştirmiş manzarasını.

Çocukken sıklıkla yaz tatili için kaçtığımız yeri, yıllar sonra da bir kere iş için hızlıca ziyaret etmiştim, şimdi plansız çıkıveren bu ziyaretimi mini bir seyahate dönüştürebilirim diye düşündüm. Bir iki mağazaya aradığımı bulmak için baktım ama istediğimi bulamadım, e hazır gelmişken azıcık keşiften zarar gelmezdi.
En son böyle dediğimde Amsterdam’dan girip Barcelona’dan çıkmıştım 5 güne dönecekken, 1 ay sonra Istanbul’a varmıştım.

İşte bu 4 günlük yolculuk da bu yazıyla bu başlık altında başlıyor; “e hazır gelmişken“

Marina girişinde iskele boyunca onlarca motosiklet park etmiş. Ben de benimkine bir aralık bulup oraya bırakıyorum, az ileride yol kenarında park etmiş bir motoru pıt diye alıp götürdüler. Böyle dev bir alan varken motoru yol kenarına bırakmak da olacak iş değil hakikaten.

Marina sırasınca dizilmiş bir sürü cafe ve restoran var, serinlemek için birine attım kendimi. Bir arkadaşım bir kaç yıl önce taşındı buraya, onu da aradım; 2 lafın belini kırarız  sonra da geri dönerim diye düşünüyordum.

Arkadaşım, hem müzisyen hem de bir MT-10’u var.

Biz iki müziksever motorize; konular konuları açtı, öneriler planlara dönüştü derken, akşam onunla beraber performans gösterdiği yerlere gidip, geri  dönmek yerine müziğin tadını çıkardım.

Sessizlik

Saat 03.00
Emir hala sahnede. Barlar Sokağı’ndayız, Marmaris’in gündüzü bomboş, gecesi sıkış tepiş sokağı. Dışarıda neler oluyor diye çıktım. ‘Oraya da bakayım’ ‘burdan da geçeyim’ derken, nostaljisini özenle saklamış daracık sokaklarda, renkli pervazlı evlerine bakarken buldum kendimi.

Sokaklar aşırı sessiz, adımlarımı duyuyorum.
Bazen zifiri karanlık, telefonla fener tutuyorum. Ya sepya ya siyah beyaz; ışık hangi filtreyi uygun görürse onu uyguluyor istediği yere. Sanki kimselerin bilmediği bir yeri keşfetmiş gibi evlere dokuna dokuna yürüyorum. Oysa sonra farkettim ki Marmaris Kalesi’ne çıkıyormuş burası.
Yani öyle ortada keşif falan yok!

Ama kimsecikler de yok. Karanlık ve kimsesizken bambaşka bir yer gibi göründü gözüme. Sessizlik bazen duyduğu en güzel ses geliyor insana.
Tepede bir bar var, ışığa doğru tırmanıyorum. Adamlar her şeyi toparlamış, ama bana hayır demiyorlar, bir de terasa çıkarıyorlar beni, gün içinde sokaklarında dolandığım yerlere yukarıdan bakıyorum. Kahvaltı edeceğim yeri buldum.

26/05/17

Tarihe Meydan Okuyan Narin Kale Evleri

Erken kalktım yol alırım diye.

Gitmeden önce Kale’yi de gezmek istiyorum. Bir de belki Datça’ya uğrayabilirim şu notebook işini halletmek için. Dün gece karanlıkta kaçırdığım tüm detayları yakalamak niyetindeyim. Aynı sokakların yolunu tuttum. Kale evlerinin arasından geçerken tarih içimi gıdıklıyor. Evlerin bazılarında hala yaşanıyor, bir kısmı yeni sahiplerine ev sahipliği yaparken, bazıları da butik otel, restoran veya dükkan olarak kullanılıyorlar. Daracık sokaklardan geçerken bir köşeden gördüğüm deniz, başka sokağa girince kayboluyor.

Kanuni Sultan Süleyman’ın yaklaşık 500 yıl önce gerçekleştirdiği Rodos Seferi tarihini taşıyan Marmaris Kalesi’nin etrafına yerleşen sokaklar da yürürken, bir geçmişe bir bugüne gidip geliyorum.

“2 defa çalınırsa evin reisi geldi, 3 kere çalınırsa çocuklar geldi“

Evler 100-150 yıllık. Tokmaklarıysa haberlere konu olacak kadar eşsiz kıymette.

Anlatılan şu ki; “el şeklinde olan kapı tokmakları Rum veya Ermenilerden kalanlardı, Türk demirci ustalarının yaptığı ise halka şeklinde olurdu. Marmaris’te Kale içi mevkiinde eski evlerde hala kullanılıyor.
Bu tokmakların bir de çalma şekilleri vardı. 2 defa çalınırsa evin reisi geldi, 3 kere çalınırsa çocuklar geldi. Kuvvetli veya hafif çalınırsa şu ya da bu manada anlam ifade ederdi.“ Küçücük sokakların büyük hikayelerine tanık olmak ne büyük zenginlik.

Evlerin büyüsüne kapıldım daha sabah kahvemi içemedim. Aklımda bu sokakların bugüne kadar kendi başına korumayı başardığı otantik halini, daha uzun yıllar da sürdürebilmesi için acaba projeler üretiyorlar mıdır diye düşünceler, karşıma çıkan daracık merdivenlere yöneliyorum.

Panoramik Marmaris

Burası Panorama Cafe’ye çıkıyor. Yukarıya çıktığımda güneşin denize vurduğu pırıl pırıl sonsuz bir manzara, altımda marina, sağımda Marmaris Kalesi. Bir amca çiçekleri suluyor.

Küçücük barı, çiçek gibi manzarası var.

“Günaydın! Bir sade türk kahvesi alabilir miyim?“

Gürsal Amca burayı ailesiyle beraber yeni devralmış, sezon için ufak hazırlıklar içerisinde.

Kendi meşgalede diye,“sen yapar mısın?“ diyor. Biraz da erken gelmişim galiba.

Zevkle geçiyorum küçük barına, ona bir orta bana bir sade.
Seyahat etmenin en keyifli yanı bu; tanımadığın insanların seni samimiyetle karşılamaları. Biz şehir koşturmacalarında hayata yetişmeye çalışmaktan, asık suratlarımıza o kadar alışmışız ki, sevimsizliğimizi içten bir sohbetle karşılaşınca farkediyoruz.

Kahvemi içerken Marmaris’i seyrediyor, Gürsal Amca’yla laflıyorum. Rodos görünür mü burdan?

Marmaris ve Kalesinin Tarihi

İster bir tarih  meraklısı, ister doğa sever bir tatilci; yolu Marmaris’e düşen herkesin bir uğraması gereken yer Marmaris Kalesi.

MÖ 12000’lere dayanan tarihi boyunca, Physkos’tan (Fiskos), Bozburun’daki mermer ocakları vesilesiyle mermerisin Marmaris’e dönüşümüne kadar pek çok isim almıştır. Bir de kale üzerinden giden efsaneler vardır ki; biri Kanuni Sultan Süleyman’ın kaleyi beğenmemesi üzerine kalenin mimar için ‘mimarı as’ emri vermesine, diğeri de kaleyi küçük bulduğu için ‘mimar bu azdır’ diye söylenişinin döne dolana Marmaris’e dönmesine dayanır.

Mısır, Asur, İon, Pers, Makedon, Suriye, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin izlerini taşıyan bölge, Serv Antlaşmasıyla bölgeyi ele geçiren Italya’dan da 1922’de kurtulur.Yani duvarlarının dili olsa anlatacağı tonla şey vardır Marmaris’in.

Yunan tarihçi Heredot kalenin ilk olarak MÖ 3000’de yapıldığını söyler. Çağlar boyunca Rodos ve Mısır’a açılan ticaret yollarıyla önemini koruyan liman kenti Ege ve Akdeniz arasında bir geçiş noktasıdır.

1522’de Rodos seferi nedeniyle Marmaris’e gelen Kanuni Sultan Süleyman kalenin askeri üs olarak kullanılması amacıyla onarılmasını ister.

Kaleye çıkan dar ve basamaklı sokağın girişinde, yine aynı amaçla konaklama ve ticaret ile ilişkili olmak üzere Kanuni’nin annesi Hafsa Sultan adına yaptırdığı bir de Kervansaray bulunmaktadır.

1913 yılında 1. Dünya Savaşı’nda bir Alman gemisi Fransız kruvazörlerinden kaçarak Marmaris Limanı’na sığınmıştır.

Fakat misafirperverlikleri ve vicdanları tartışılmaz Türkler istenilen Alman gemisini Fransızlara geri vermezler.
Bunun üzerine Fransız gemileri Marmaris Limanı’nı mayınlar.

Fakat Fransızlar, kaleyi korumakla görevli Leyneli Cavit Bey ve Topçu Subayı Ömer Efendi’nin bir gece içerisinde 48 mayını toplatıp zararsız hale getirebileceklerini hesaba katmamıştır.

Hırsını alamayan Fransız gemileri 1914 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında Marmaris Kalesi’ni topa tutarlar ve maalesef bu durum büyük tahribata ve kısmi yıkımlara yol açar.

Hazır kalenin anası ağladı çıkalım bitirelim bu işi heyecanıyla karaya çıkan Fransızlar, cengaver iki kumandanın insanüstü gayretleri karşısında bükemedikleri bileği öpüp, geldikleri gibi gitmişler..

Marmaris Kalesi, korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmiş anıtsal bir yapıdır.

Şimdilerde arkeoloji müzesi olarak düzenlenmiş kalede, Protohistorik Çağlar’dan, Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma ve Doğu Roma (Bizans) Dönemleri’nden Cumhuriyet Dönemi’ne kadar uzanan eserler sergilenmekte.

Dış cephesinden Marmaris’in güzel manzarasını içime çekip müzeyi geziyorum.
Müzede ayrıca Knidos, Hisarönü ve Burgaz bölgelerinden buluntular da yer alıyor.

Marmaris’e doğru sürerken, kahverengi tabelasıyla Knidos yazısına bir iki defa denk geldim. Adını da duymamıştım daha önce. Kahverengi tabelalarla ilgili bir saplantım var, gördüğümde DRD4-7r’ımı tetikliyor..

Tarih kaynak: Marmaris Müzesi, Academia

CASTLE BAR

Protohistorik ile Cumhuriyet arası zaman yolculuğuna kapılıp kahvaltı yapmadığımı farkedemedim.
Saat 13.00 civarı.
Dün gece sokaklarda kaybolurken uğradığım tepedeki bar şimdi bana çok yakın, merdivenlerini tırmanıp, ayrıntılarına sevimli dekorlar yerleştirilmiş bu mekanın şehre yukardan bakan bir masasına oturuyorum.

Mekanın her köşesinin ayaklarına ayrı bir manzara serili. Sezonda tıklım tıklım olduğu belli, ama bu tenha aylarda güzelim şehrin ayaklarının altına sakince serilmesi en güzeli..

Marmaris Datça arası 71,4 km.“Şimdi çıksam oyalana oyalana 1 saate gider, bakacağıma bakar, en geç 18.00 gibi de evde olurum“, gibi çeşitli hesaplardayım.. Ama yağmuru hesaplamamıştım, değil motorla bir yere gitmek, burdan dışarı çıkmam mümkün değil!

Ne kadar mı koca damlalar; Türkiye’nin Rize’den sonra en bol yağış alan bölgelerinden Marmaris, işte o kadar koca damlalar. Attık mı 1 saat daha..!